HERKES ÖLÜR, AMA HERKES GERÇEKTEN YAŞAMAZ.
Victor Hugo

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Seyir Hikayeleri 2


TÜRKİYE GÜNLERİ

25 Aralık günü birçok ülkede insanlar, akşamki Noel yemeğine hazırlık yaparken, biz İskenderun’daki Sarıseki iskelesine yanaşıyorduk. Borda merdiveni sahile değer değmez curcuna da hemen başladı. Yaklaşık 7 personel gemiden ayrılacaktı ve 10 kişi de katılacaktı. Gidenlerin çıkış ve yeni katılanların giriş işlemlerini bitirdiğimde saat gece yarısına yaklaşmıştı. İşleri daha erken bitirip, dışarıda yemek yeme hayalleri kurduğumdan, aşçının akşam yemeğine dokunmamıştım, dolayısıylada açtım. Şirketten gelenlerin kiraladıkları arabayı alıp, 2. kaptanla beraber, bir şeyler yeme umudu ile İskenderun’a indik. Fakat şehir ölüydü. Açık bulabildiğimiz tek adam gibi yer Madoydu. Biraz börek yiyip gemiye döndük. Ertesi gün de uzun Küba seferi için gerekli kişisel ikmalimizi yaparak İskenderun defterini kapattık ve tahliyenin bitmesini beklemeye başladık.

Yükün tahliyesi 2 gün içinde bitti ve boş bir şekilde yükleme limanımız Nemrut’a doğru seyre başladık.

Türkiye’de, gidilecek en boktan limanlardan biridir Nemrut. İzmir ilinde, Aliağa’nın bitişiğinde bir koya kurulmuş, çeşitli şirketlere ait iskelelerden oluşan bir liman. O kadar sapa bir yere kurmuşlar ki limanı, kamyon harici ana yola çıkmak için çok ter dökmeniz gerekir. Limanda da ne free shop vardır ne bir market. Kısacası bok gibi bir yerdir.

İşte, yeni yıla girişimiz bu limanda olacaktı.

Türk limanındaydık, memleketi yakın şehirlerde olan vatandaşlar hemen evlerine gitti. Ulaşım güçlüklerine göğüs gerecek cesareti olan birkaç şaşkaloz da Aliağa’ya indiler. Gemide, vardiyası olanlar hariç pek kimse kalmamıştı. Üç kişi, florasanlların beyaz ışığı ile aydınlanan Zabitan salonunda, fakir bir Rakı sofrası kurduk. Uydu anteni bozulduğu için televizyonumuza iptidai bir anten uydurarak aptal yılbaşı programlarını cızırtılı olarak seyretmeye başladık.

Yalnız geçen bir yılbaşı daha… 1997 senesinde de yılbaşını bu limanda geçirmiştim. O zaman daha bir stajyerdim ve evden uzakta geçirdiğim ilk yılbaşım idi. Bu tür özel ilan edilmiş günleri pek önemsemem, fakat yinede biraz içim buruldu. Sevdiğim insanlardan yine uzaklardaydım. Dünya, Güneş etrafındaki bir yıllık turunu milyonlarca yıldır yaptığı gibi yine tamamlarken, zabitan salonunun soluk atmosferinde, hüzünlü düşüncelere dalmıştım.

Ne acıdır ki bu güne rağmen liman aralıksız çalışıyordu. Yılbaşı sofralarında, Sahipler, ilik dolu şiş göbeklerini rahatsız eden kemerlerini gevşetirken, Nemrut Limanına, uzaklarda bir yerlerde patlayan binlerce liralık havai fişeklerin, ne ışıkları ne de sesleri yansıyordu. Kamyonlar, vinçler, forkliftler ve liman işçileri… Rulo demir telleri, teker teker yüklenmeye devam ediyordu. Bu yüzden, bize de rahat yoktu. Sabaha kadar vardiyada kalacaktım.

Sıkıcı bir 3 günden sonra buradaki yükleme de nihayet sona erdi. 7000 ton tel demir rulosu ile yüklenmiş vaziyette 3 Ocak gecesi bardaktan boşanırcasına bir yağmur ve kuvvetli rüzgâr eşliğinde kalkış manevrasına başladık. Hava çok kötüydü. Koyun içerisine kadar giren koca dalgalar, kalkışımıza yardım edecek römorkörleri bir yukarı kaldırıyor bir aşağı indiriyor ve aşırı yalpaya maruz kalmalarına yol açıyordu. Baş posta çoktan römorköre halat vermişti fakat kıç taraftaki Römorkörün kaptanı halat almak için gemiye yanaşmaya çekiniyordu çünkü her denemesinde bir dalga römorkörü kaldırıp, neredeyse bulunduğumuz yerin üzerine kadar çıkarıyordu. Yarım saat uğraştıktan sonra zar zor iki tane halat vermeyi başardık ve eşitleyip babaya volta edebildik. Normal bir havada tek bir halat yeterli olurdu, fakat bu aşırı deniz şartlarında iki halat bile emniyetsizdi. Geminin yanaşma pozisyonu sebebi ile liman çıkışı arkamızdaydı ve kıç taraftaki, su üstünde kendisine bile güçlükle hâkim olan römorkör tarafından çekilecektik. Tüm yük verdiğimiz bu iki halata binecekti. Halatlar patlayabilirdi. Biri yaralanabilirdi. Ana makineye yol verene kadar da sahile toslayabilir ya da sürüklenip diğer gemilerin üstüne çıkabilirdik. Bu kötü bir ihtimaldi tabi. Beni geren diğer şey de römorkörün, halatı mola edeceği zamandı. Çünkü iki halat da biz onları güverteye alana kadar su üzerinde yüzecekti. Muhtemelen römork, halatları bıraktıktan kısa bir süre sonra Kaptan ana makineye yol vermek isteyecekti. Halatları zamanında içeri alamazsak, pervaneye dolanma riski vardı, bu da felaketin adıydı. Böylece ilk ihtimalin sonuçlarına ek olarak pervaneyi de elimize alabilirdik.

Kaptanın telsizden yükselen, “Kıç taraf, tüm halatlar mola!” komutu ile sahilde kalan son spring halatını da mola edip, güverteye aldık. Römorkörler bindirmeye başladı. İskeleden yavaşça avara olurken, çatırdayan halatlardan olabildiğince neta durduk. 2 gemicimle beraber, çıldırmış sağanak altında römorkörü gözlüyorduk. Gemi yüklü olduğundan freeboard(*1) iyice alçalmıştı. Bu yüzden kıç tarafta patlayan dalgalardan nasibimizi azami şekilde alıyorduk. Her dalgada kıç güverte sular altında kalıyordu. Manevra için gerçekten harika bir geceydi…

Şiddetli rüzgâr, sağanak yağmur, kocaman dalgalar… Genelde dünyanın her yerinde bu gibi hava koşullarında, bütün giriş-çıkışlar havanın, pilotaj hizmetini sağlıklı bir şekilde tekrar verilebilecek duruma gelesiye kadar askıya alınır. Ne römorkör kaptanları, ne kılavuz kaptanlar bu hava şartlarında çalışmazlar. Gemiyi kaldırmak için bize gelen kılavuz kaptan da gemiye çıkmış ama Kaptanla konuşup, “Bu havada manevradan sonra inmem zor olur” diyerek, gemiden inip, kıyıdan yardım etmeyi teklif etmişti. Kaptan da kalkışı ertelemeyerek bu öneriyi kabul etmişti. Bu yaptığı cesaretimiydi yoksa basiret bağlanması mı bilemiyorum ama çoğu Kaptan bunu, gemi ve personel güvenliği sebebiyle kabul etmezdi.

Şansımız vardı ki, o gece halatlar patlamadı ve römorkör, halatları mola ettiğinde, iki halatı da insanüstü bir güçle, hızla kıç güverteye alabildik. Ana makine sorunsuzca çalıştı ve pervane dönmeye başladı. Derin bir oh çektik. Adamlarımla beraber kıç üstünü neta edip, başarılı geçen her manevradan sonra yaptığım gibi bir sigara yaktım. Sırılsıklamdım ve vücudumdaki kasların çoğu ağrıyordu. Yumuşak yastığım ve yorganım gözümde tütüyordu. Duş aldıktan sonra, hafif bir müzik açıp keyifle uyumak için neler vermezdim. Ama 1 saat sonra vardiyam başlayacaktı. Hayallerime en azından 5 saat kavuşamayacaktım. Sigaramın koru izmarite yaklaşırken, puntellere (*2) dayanıp karanlıklar içerisindeki Ege’yi seyretmeye başladım. En sonunda 5471 deniz millik Küba seferimiz başlamıştı.


AKDENİZ ETABI

Her şey yolunda giderse, 19 gün içinde, Küba kıyılarını ufukta görebilecektik. Fakat daha yola çıkar çıkmaz makinede oluşan bir sorun sebebi ile Çeşme açıklarına demirlemek zorunda kaldık. Neyse ki ortaya çıkan aksaklık, kısa bir süre içerisinde giderildi ve tekrardan yol almaya başladık.

Akdeniz de hava güzeldi. Güneş her gün yüzünü gösteriyor, ılımlı rüzgârlar denizi kızdırmadan, sadece okşuyordu. Hava raporları da gayet güzeldi. Gemi, sakin suları beyaz köpüklere boyayarak, rotasında sorunsuzca ilerliyordu. Vardiyalarımdan sonra her fırsatta gün batımını seyretmek için baş kasaraya (*3) gidiyordum. Geminin en sakin yeriydi burası. Ana makinenin ve bacanın sesi buraya kadar ulaşmıyordu. Sadece baş bodoslamanın önünde dans eden dalgaların huzur verici sesi duyuluyordu. Deniz kıyısındaymış gibi hissediyordum kendimi burada. Zaman zaman neşeyle geminin bulbı (*4) ile yarışan Yunuslar da katılıyordu tek sigaralık keyfime. Bu şekilde sorunsuzca Ege’yi, İyon denizini ve Kuzey Afrika kıyılarını geçip, yola çıkışımızın yedinci gününde yakıt ve su ikmali yapacağımız Gibraltar’a ulaşarak yolculuğumuzun Akdeniz etabını da bitirmiş olduk.

Nedense, Gibraltar’ı çok severim. Pek matah bir yer değildir aslında. Yaklaşık 7 km2’lik küçücük bir yarımadanın üzerinde, Gibraltar Kayasının batı kıyısına kurulmuş bir şehirdir. 15 yıl süren, İspanya Veraset Savaşı sırasında, birleşik İngiliz-Hollanda kuvvetlerince, 1704 yılında işgal edilmiş ve 1713 Utrecht Antlaşması ile İspanya, Gibraltar’ı Büyük Britanya bırakmak zorunda kalmıştı. Akdeniz’in girişinde, Cebeli-Tarık boğazına tepeden bakan konumu sayesinde, yıllarca stratejik değerini korumuş ve İngilizlerin en önemli Donanma üslerinden biri olmuştu. Günümüzde de Britanya’nın deniz aşırı toprağıdır ve Akdeniz’in en işlek ikmal merkezlerinden biridir.

Biz de Gibraltar’dan, toplamda 400 ton fuel oil ve diesel oil ikmali yapıp, su almak için koyun karşı kıyısında ki bir İspanyol şehri olan Algericas’a geçtik. Burada da su tanklarımızı doldurup 10 Ocak Pazar günü, Cebel-i Tarık boğazından bir kez daha çıkış yaparak, Atlantik’e açıldık.


*1) Geminin güvertesi ile yüzdüğü su hattı arasında kalan mesafeyi ifade eder.
*2) Gemilerde metalden yapılan korkuluklar.
*3) Bazı gemilerin baş ve kıç tarafında, asıl güverteden yüksek olan kısa güverteler.
*4) Gemilerin baş bodoslamalarının su içindeki kısmında bulunan şişkinlik. Yumru yada soğan da denir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder