HERKES ÖLÜR, AMA HERKES GERÇEKTEN YAŞAMAZ.
Victor Hugo

13 Nisan 2011 Çarşamba

Yo Ho Hoo

Tahammül

Ben kötüyüm… Kamaraya çekilirken bu sözler geçiyordu aklımdan. Kötü olmasam bile kesinlikle iyi biri değilim. Yine durduramadım kendimi. Tahammül sınırlarım, Sevr anlaşmasında ki Osmanlı sınırlarına dönmüş. Artık çok çabuk parlayıp, çok kolay kalp kırabiliyorum. Dörtnala giden süvarilerin düşman piyadesine çarpması gibi. Kılıç, kalkan, kargı… En kötüsü de sonradan aşırı tepkim için kızıyorum kendime. Sular çekildikten sonra öfkem anlamsız gelmeye başlıyor. Üzülüyorum kırdıklarım için. Ama her ne kadar büyüklüktür deseler de, özür dilemeyi hiç sevmiyorum. Özür diliyorum elbet FAKat bir parçam kopuyormuş gibi hissediyorum özür dilerken. Volkanlar patlıyor içimde. Doğama aykırı bir şey. Egomu skiyim... Özür dilememek için, özür dileyecek pozisyona düşürmeyeceksin kendini. Çok çalışıyorum bunun için. Aslında sabrım engindir. Bir çocuğun, ardı ardına gelen 100.000 sorusuna cevap verebilirim (tatlı bi şeyse). Salyangozu ilerlerken saatlerce seyredebilirim. Eve dönmeyi heyecanlanmadan aylarca bekleyebilirim. Aptallığa karşı bile bir hoşgörü gösterebilirim. Muhtemelen işim sayesinde. Sabrımı zorlayacak durumlar azaldı. Ama kas kafalılar beni delirtiyor. Lunaparklarda balyozla bir şeye vururlar ya, vuruş gücü oranında yukarı doğru bir şey fırlar ışıkları yakarak. İşte sinirimi o biçim en tepeye zıplıyorlar. Evet… Sadece kas kafalılar delirtiyor beni…

“Over Nilüfer Effect”

Geçende Hard diskimdeki şarkıları I tune’a geçirirken “Nilüfere” sardım. Dün gece de vardiyada onu dinlerken, birden hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeye başladı. Gecenin karanlığında, bütün anılar ok gibi zırhımı delip göğsüme saplanmaya başladı. Rahmanlar, Marmara Caddesi, Ağaç, Barış Manço, Ayı, Suadiye Lisesi, Novo, Kadıköy, Ulusoy terminal, Teachers, Zey, Büyükada, Küba, Ağva, İzmir… Gelenler, gidenler... Durduramadım saldırıyı. Bazı yaralar iyileştikten sonra bile sızlıyor. Hâlbuki geriye dönüşü hiç düşünmedim, önceleri güç gelse de her defasında düştüğüm yerden kalkıp yola devam ettim bir şekilde… Melankoli sinirlendiriyor beni. Anıları sevmiyorum. Hüzünlendiriyor beni. Geriye bakma… Bakarsan eğer yaşadığın an tatsızmış gibi gelir. Öyle mi? Eskiden her şey güzel miydi? Yoksa şimdi hiç bir şeyin tadımı kalmadı?

“Şarap gibi, baş döndüren tadın vardı,

Aldığım her nefesimde adın vardı,

Şimdi o güzel günlerden gerilere...”

Bu şarkıyı ardı ardına ne kadar dinledim hatırlamıyorum.I podun pili bittiğinde geminin kırlangıcındaydım. Martin Eden’e çok kızmıştım Güney Denizlerindeki o adaya gitmedi diye ama onu çok iyi anlıyorum.

Ay ışığı… Işık suda yansımasaydı manzaralar çok şey kaybederdi…

Bu dünyadan kopmuşum gibi hissediyorum. Anlama gücüm arttıkça olaylara daha yukarıdan bakmaya başladım, bu da yaşama sevincimi azalttı. Daha önce farkına varamadığım şeyler tusunami dalgaları gibi çarptı ruhuma. Eskiden ne mutluymuşum meğer.. Önce Tanrıya olan inancımı kaybettim, sonra aşka… Diğerleri de domino taşları gibi yıkılmaya başladı bir bir. Niye yaşıyoruz? Amacımız ne bu dünyada? Birkaç yıl önce bu soruya cevabım aşk için olurdu. Aşk=Mutluluk… Şimdi bir yanıt veremiyorum kendime. Yönümü değiştiren darbe nereden geldi bilmiyorum, mavi hapı seçmeliydim.

LONG WAY TO HOME

Tekila+Kuantru+Limon suyu+Buz+Tuz… Margarita… Denizin ortasında bile yaratırım seni… Şuan tam yüklüyüm. Süper bir hissiyat bu… He hee

Saat 18:30 Panama açıkları...

Doğudan yumuşak bir rüzgâr esiyor denizi kabartmadan. Bu sularda ilk defa sallanmıyoruz. Belki bana veda ediyor Karayipler. Gereğinden uzun kaldım bu sefer denizde. Zamanımı gereksizce boşa harcamışım gibi geliyor. Dökme yük gemisine gitmeliydim. Benim için daha akıllıca olurdu bu karar 6 ay önce verilseydi eğer. Ama, zararın neresinden dönersen kardır… Sktiyiminin lafı hayatımın özeti gibi...

Yakında yatağıma döneceğim. Geniş yatağım... 15 Nisanda üzerindeyim.