HERKES ÖLÜR, AMA HERKES GERÇEKTEN YAŞAMAZ.
Victor Hugo

18 Ocak 2011 Salı

Quenn Anne’s Revenge

Di di di diit… Di di di diit… Di di di diit… Di di di diit…

Lanet alarm! Ne çabuk sabah oldu anasını satayım…

Di di diğ… Kapa çeneni!

Saatin alarmı ile uyanmak zorunda olmak ne acı. İt oğlu it, her sabah zevkle beynimize kakıyor özgür olmadığımızı… Modern dünyanın kırbacı…

Al sana, boktan bi Pazartesi daha… Amma da çok var Cumaya. Milyonlarca gün doğumu görmüş yaşlı dünya için önemsiz belki; ama biz köleler içinse, bitmek bilmez bir zaman dilimi… Dışarısı hala karanlık... Yine karga bokunu yemeden uyandık. Hâlbuki geceleri ne kolay kararlar almak.

“Biraz erken kalkıp alırım duşumu”

Yalana bak! İnsan yıllarca, her akşam kendisini böyle kandırmaz ki… Sikerim duşunu şimdi… Nerede bu? Hah… Gel bakayım buraya. Alarmı ötele 30 dakika… Duşu akşam alırım. Yarım saat daha uyuyayım.

Ama işkence bu... İdam saatini bekleyen mahkûm gibi... Ne kadar süre daldım acaba? 5 dakika? Ya da 25 dakika? Çalar şimdi geri zekâlı... Aha! Çaldı… Çalacak… E çalmadı! O zaman kesin şimdi… Çalma sen! Uyumasam da çıkmayacağım inadına yataktan!

Di di di diit…

Şlaak…

Kısa sürdü son başkaldırı…

Soğuk bir Ocak sabahı… Surata bak! Meymenetsiz bok parçası… Ne kadar çirkin b’şey sabah sabah aynadaki… Lavabonun önünde kısa bir tereddüt... Yüzümü yıkasam mı? Yoksa uykumu açmasam, vapura kadar saklasam mı? Su da buz gibidir şimdi. Önce ılık suyla açılış yapmalı, sonra yavaş yavaş çoğaltırız maviyi. Nerede bu aptal çorabın teki? Keşke dün gece ütüleseydim gömleği…

Hava aydınlanmaya başladı. Gökyüzü yine kül rengi... Akşam yağmur yağmış, yerler ıslak. Yanıma şemsiye alsam mı? Yine yağar bu ibne… Siktir et… Sonra buna pişman olacağım ama kim taşıyacak? Zaten unuturum bir yerde kesin…

Çok soğuk. Burnumun ucu dondu. Koyu renkli montlarının içinde, asık suratlı renksiz topluluk çıkmış deliklerinden. İnsan nehri hızlı adımlarla akıyor sahiplerinin iş yerlerine. Karıncaların oluşturduğu kaynaşan yollar gibi… Onlar da bir birlerinin üzerine basa basa, daracık bir şeritte ilerlemezler mi; koca dünyada başka bir yer yok sanki... Gerçi onlar yuvalarında şimdi; şömine başında yudumluyorlardır viskilerini. Yazın çalıştı ya Pezevenkler… Biz sanki Ağustos Böceği Acaba yağmurda yuvalarına su dolmuş mudur? Yazık be dolduysa… Kıyamam masumlara…

Nehrin sonunda, denize döküleceğimiz yere geldik. Millet nasılda itiş kakış doldurmuş iskeleyi. Yer kapacaklar ya içeriden… Yazın tepelere çıkmak için yarışırsınız ama… Bencil boklar… Bırak doluşsunlar. Açılınca kapılar, çiğnesinler birbirlerini. En son girerim ben de içeri. Çayımla poğaçamı alıp, üst kattaki her zamanki yerime geçerim. Martıları yalnız bırakmam. Herkesin götü yemez bu soğukta oraya çıkmaya. Başımda berem, montumun yakalarını kaldırdım mı tamamdır işlem…

Her gün böyle nereye kadar? Bu yaşadığımız, özgür olduğumuza inandırıldığımız, sefil bir dünya aslında. Hafta sonlarını bekleyerek, yaşamak için çalışmak… 15 günlük yıllık iznin hayalini kurmak… Niçin yaşıyorsun bre? Sert Poyrazla köpüren şu kurşuni denize bir bak…

Ruhunu ayır bedeninden… Şu geçen koca yük gemilerinden birinin dümen suyuna takıl… Onlar kılavuzluk eder sana. Marmara Denizi boyunca seperasyonda ilerle, gri bulutların altında. 150 mil sonra Mehmetçik burnundasın. İşte burasıdır Türkiye’nin esas kapısı, 1915’de küstahça geçmeye kalkanların mezarı. İç deniz burada bitti, artık önünde yeni denizler... Özgürlüğü hissedeceksin Çanakkale çıkışında. Ruhuna, belki ilk defa tadacağın bir sevinç dolacak tam burada.

Midilli’yi geçince yüzünü gösterecek Güneş sana. Bu kış gününde, içini ısıtacak karanlığı yaran kutsal ışığıyla. Güney Batılı bir rota ile Yunan Adalarının arasında ilerle kıvrıla kıvrıla. Bu güzellik karşısında, Odysseus gibi direğe bağlamalısın kendini; Yoksa Sirenlere kaptırırsın sen de her şeyini. Bu geçişte Olympos’un doruklarından gözleyecekler Antik Yunan’ın emekli Tanrıları seni Belki, heyecanlı bir yunus sürüsü eşlik edecek coşkuyla sana, defne kokan Ege’nin bu mavi sularında… Ve 260 mil sonra Mora’nın ucundaki Maleas Burnunu göreceksin. Ege Denizi neredeyse bitti… Sancağına dön oradan… Mataban’ı geç… Kucaklayacak seni binlerce yıldır kültürleri birleştiren Akdeniz’in ılık suları. Hafif bir meltem okşayacak hafifçe saçlarını. Ayna gibi dümdüz mavi sular çevreleyecek etrafını. Çek içine temiz havayı… Endorfin ile dolduracak bu tek nefes damarlarını. Ve anında bir gülümseme saracak o düşmüş dudaklarını…

İyonya Denizinde Batıya doğru ilerle. Sicilya ve Malta arasından geç. İşte Bon Burnuna ulaştın! Evet, o gördüğün Kuzey Afrika kıyıları… Hissettiğin ılık esinti ise Sahra Çölünden kopup gelen Sirocco rüzgârları… Kıyı boyunca ilerlemeye devam et. Uzaklarda, Lion Körfezinde bir Mistral patlamamışsa, rahat geçeceksin burayı. Afrika bir süreliğine gözden kaybolduktan sonra karşında Endülüs’ün kıyıları… Artık iskelende Afrika, sancağında ise Avrupa kıtası... Ufukta, tam pruvanda belirense Gibraltar Kayası

1430 deniz milini arkanda bıraktın Ak. Maleas’dan beri. Tanıdık Akdeniz bitti. Artık çok uzaklarda kaldı şehrinin griliği… Belki, bir gün batımında geçeceksin Herkül SütunlarınıAtlantik Okyanusuna gömülen kızıl güneşi uğurlarken, uygarlığın ışıklarının hapsettiği binlerce yıldız ışıltılarıyla selamlayacak seni. Bu sonsuzluk karşısında dilin tutulacak, dizlerinin üzerine çökmek isteyeceksin. Ve merak edeceksin “Hangisi acaba şu meşhur Büyük Ayı?” O gördüğün parlak şey ise Venüs’tür, sanma sakın Kutup Yıldızı… Zaten Şimal da değil orası… Cebel-i Tarık boğazından çıktıktan sonra South West yap sen rotanı. Arkana al Ticaret Rüzgârlarını. O şişirdi kaç yüzyıl denizcilerin yelkenlerini. Önünde hala 3400 deniz mili… Aldanma sakın, kat etmedin daha yolun yarısını…

Maderia adasının kuzeyini yalayarak geçerken iyi bak buraya. Çünkü uzun bir süre başka kara parçası göremeyeceksin artık etrafında… Şanslıysan eğer, Ahab’ın zıpkınından kaçmış, birkaç İspermeçet uğurlar belki. En sonsa dostun martılar terk edecek seni. Sadece, pruvandan kaçan uçan balıklar olacak bir süre yanında. Masmavi bir imparatorluk saracak 360 derece çevreni. Rahat bırakmayacak, sabrını sınayan Kuzeyli Fırtınaların swelleri. Şimşek yüklü, boz bulutlarla karşılaşacaksın, gümbürtüleri kırmasın cesaretini. Hele kan rengi Dolunay yükselirken denizden koca bir tabak gibi, kaybettiğin duyguların uyanacak içinde bir yerlerde, ürpertecek bütün tüylerini. Ve için acıyla kaplanacak dünyanın bu güzelliği karşısında, yanında paylaşacak kimse olmayınca.

519 yıl önce, Kolomb’un tayfası da tam buralarda bir yerlerde isyanın eşiğine gelmişti… Aha o bir martı değil mi? Sudaki de yeşil bir dal parçası… Az kaldı… Ve işte… Kara göründü… Sen de buldun sonunda Yeni Dünyayı! Ufkundaki Puerto Rico’nun kıyıları… Mona Geçidinden in aşağı. Evet geldin… Burasıdır meşhur Karayib Denizinin tropik suları… Bir zamanlar buralardaydı altın yüklü İspanyol Kalyonları… Hemen altında yüzüyor Kaplan KöpekbalıklarıKarasakal kurbanlarına buralarda dehşet saçardı… Bu adalarda gömülüdür Korsanların hazine dolu define sandıkları… Burasıdır en güzel Rom’un anavatanı… İşte karşında resiflerin Türkuaz suları ve beyaz kumlu plajları… Buralarda bir yerlerde İspanyol kızları… Ben de buralarda bir yerlerdeyim.

Ve iyi bir çocuksan, belki sen de bir gün görebilirsin…